Dosyanın hukuki içeriği tartışılabilir, eleştirilebilir, desteklenebilir; ancak asıl belirleyici olan Türkiye’nin giderek keskinleşen toplumsal kutuplaşmasının bu olayları nasıl anlamlandırdığıdır.
Bugün Türkiye’de siyaset, klasik sağ–sol ayrımının çok ötesine geçmiş durumda. Artık kimlik temelli bir saflaşmanın içindeyiz ve seçmenin siyasal refleksleri, bilgiye değil, aidiyete bağlı. İddianameyi açıp maddi unsurları inceleyenlerin sayısı sınırlı; fakat buna karşı geliştirilen reaksiyon milyonlarca insanın psikolojik, sosyolojik ve kültürel kodlarıyla şekilleniyor.
Bir kesim için bu iddianame, “yargının siyasallaştığının yeni bir göstergesi” olarak okunuyor. Diğer kesim için ise “hukukun gereği ve devlet ciddiyetinin doğal bir parçası.” Her iki yaklaşım da kendi mantıksal bütünlüğüne sahip, ama sorun tam da burada: Artık mesele gerçekliğin kendisi değil, gerçekliğin nasıl çerçevelendiği.
Siyaset biliminde bu duruma “duygusal kutuplaşma” deniyor. Yani insanlar politik tercihleri nedeniyle birbirinden uzaklaşıyor, karşı tarafı rakip değil tehdit olarak algılıyor. Bu noktaya geldiğinizde, bir iddianamenin içeriği bile tartışmanın öznesi olmaktan çıkıyor. Çünkü bilgi, artık ikna aracı değil; kimlik teyidi.
Sosyal medya işte tam burada devreye giriyor. Algoritmalar, bizi sürekli kendi görüşümüzü doğrulayan içeriklerle besliyor. Böylece toplum, birbirinden tamamen kopuk paralel evrenlerde yaşıyor. Bir taraf iddianameyi “demokrasiye saldırı” olarak görüyor, diğer taraf “hukukun üstünlüğü” argümanıyla savunuyor. Fakat bu iki pozisyonun birbiriyle temas ettiği tek yer, maalesef sanal kavgalar.
Bu durumu anlamak için bazen akademik kavramlara değil, hayatın içindeki basit örneklere bakmak daha açıklayıcı olabilir. Futbol gibi. Bir derbi maçı düşünün: Aynı pozisyonda bir taraftar “penaltı değil” derken, diğeri “net penaltı” diyorsa orada artık sadece kurallar konuşmuyordur; kimlik konuşuyordur. Bu yüzden siyasetin tribünleştiği toplumlarda, hakikatin hakemi de kalmaz. VAR’a gitmek işe yaramaz çünkü herkes görüntüyü kendi gözünün gördüğü yere göre yorumlar.
İddianame tartışmasının gösterdiği en kritik gerçek şu: Türkiye’de mesele sadece siyaset kurumunun değil, toplumun zihinsel altyapısının dönüşümüdür. Demokratik olgunluk, ancak ortak bir kamusal alanın varlığıyla mümkündür. Bugün o alan parçalı durumda.
Peki çıkış yolu ne?
Gerçekçilikle söylemek gerekirse, toplumsal kutuplaşmayı kısa vadede çözmek mümkün değil. Ancak en azından şunu yapabiliriz: Her olayda karşı tarafın niyetini değil, kendi argümanımızın sınırlarını analiz etmek. Bu, kutuplaşmayı bitirmez ama en azından sağlıklı bir tartışma zemini oluşturur.
Çünkü farkında olsak da olmasak da, hepimiz aynı oyunu izliyoruz; sadece farklı tribünlerdeyiz. Hakikate biraz yaklaşabilmek için zaman zaman kendi tribünümüzden çıkıp oyuna yukarıdan bakmak gerekiyor. Aksi halde ne siyaset VAR’a gider, ne de toplum.
Gerçeğin hakemi yok; ama gerçeğe giden yol hâlâ var. O yol da bağırmaktan değil, anlamaya çalışmaktan geçiyor.