Baki Alkaçar

Tarih: 23.09.2025 09:46

Ekonomi niye böyle- 4

Facebook Twitter Linked-in

Bugün düşünme yaklaşımımızın belirleyici unsurlarından bir başka yapısal niteliğe dikkat çekmek istiyorum; hiçbir şeyin kontrolünün elimizde olmadığına.

Daha önceki yazılarımdan birinde de değinmiştim; Daniel Kahneman’a sormuşlar başarı nedir diye. O da başarıyı şöyle formüle etmiş; 

Başarı = Yetenek + Şans ;   Büyük Başarı = Biraz Daha Yetenek + Çok Büyük Şans

(Şans kelimesine takılmayın. Bu kültürel bir ifade. Biz, ona kısmet diyoruz. Ya da nasip.) 

Kahneman, burada kontrol edilemeyen birçok faktörün olduğu, birçok belirsizliğin hüküm sürdüğü bir dünyada insanların eylemlerinin sonuçlarının da “belirsiz” olduğuna dikkat çekiyor. Ya da insanların eylemlerinin sonuçları üzerindeki kontrol gücünün çok sınırlı olduğuna.

Gerçekten bu kadar belirsizlik ve çok değişkenli bir dünyada arzu edilen sonuçları alma ihtimali istatistiksel olarak son derece düşüktür. Ama istenilen sonuçları alma durumu o kadar sık görülür ki bu olaylar üzerinde kontrol gücümüzün var olduğu yanılgısına düşeriz. 

Kuşkusuz bu yanılgı nedeniyle yazarımız da yapısal reformların yapılmayışını içinde bulunduğumuz durumun sebebi olarak gösteriyor. Yani reformları yapsak her şey düzeliverecek. Aslında daha öncede değindiğim gibi, tecrübeyle de sabittir ki, yazarımızın “yapısal” reformlarından ne kadarı yapılırsa yapılsın sonuç değişmiyor. 

Evet, bu kötü bir haber gibi gelebilir ama durum böyle. Kontrolümüzde olduğunu düşündüğümüz hiçbir şeyin kontrolü bizde değildir. Sadece olduğu için olan şeyleri görüyor ve sonuçları kendi eylemlerimize atfediyoruz. O yüzden de “Ekonomi Niye Böyle” diye soruyoruz.

Ekonomi niye böyle?

Çünkü öyle de ondan! Tam olması gerektiği gibi. İyiyse iyi, kötüyse kötü. Gelişme sürecinde hangi aşamadaysa o şekilde yani. 

Aslında konuyu dağıttığımı düşünmezseniz modern ekonomik teorinin de bu iddiada olduğunu fakat bunu net olarak ortaya koymadığını, en azından ana akım ekonomik düşünce olarak yaygın bir yaklaşım haline getirmediğini belirtmek isterim (bunun neden böyle olduğuna ileride değinebiliriz). 

Sıkça duyuyoruz “beklentileri yönetmek” ifadesini. Ekonomik aktörlerin beklentisinden söz ediyoruz, onu ölçmeye çalışıyoruz. 

Neden? Neden ekonomi gibi son derece somut ve ölçülebilir bir olguyu konuşurken, neden beklenti gibi “belirsiz” ve “soyut” bir durumdan söz ediyor ve ölçmeye çalışıyoruz? Çünkü, “bekleyişleri” saptayarak ekonomik yapının gidişatının hangi aşamasında olduğumuzu anlamaya çalışıyoruz. 

Bilindiği gibi ekonomik aktörlerin beklentilerini anlamak için iki tür anket kullanıyoruz. Birincisi ekonomik güven endeksi veya genel adıyla güven endeksi olarak bilinen anket. İkincisi ise ekonomik göstergelerin ve ekonomik durumun gelecekte nasıl olacağına ilişkin doğrudan gelecek beklentisinin irdelendiği anket. Batıda esas olarak birinci tür anket kullanılıyor. Yaygın olan o. Bunun temel nedeni, insanların geleceğe ilişkin düşüncelerinde şimdinin önemli ölçüde belirleyici olması. Yani insanlar genel olarak geleceğin şimdiki gibi olacağını düşünürler. Bu noktadan hareketle içinde bulunduğumuz dönemde insanların ekonomi hakkındaki düşüncelerini anlamanın geleceğe ışık tutacağını varsayıyoruz ve bu anketi yapıyoruz. Bu ankete de değindiğim gibi Türkçede “güven endeksi” diyoruz. Fakat bu isimlendirme çok doğru değil. İngilizcede bu anketlere sentiment index deniliyor ya da “economic sentiment index”. Ekonomik sezgi indeksi yani. Sezgi… Genel durumla ilgili sezgiyi ölçüyor anket, ekonominin içinde bulunduğu genel durum hakkında aktörlerin sezgisel düşüncelerini saptamaya çalışıyor.  “Ekonomi nasıl” sorusunun cevabını arıyor. Yapının, ekonominin bir bütün olarak gidişatının hangi aşamada olduğunu saptamak için. 

Beklentileri yönetmek ise, ekonomik aktörlerin ekonomi konusundaki sezgisel düşüncelerini almak ve ona göre mümkünse gerekli adımları atarak bu sezgisel düşünceyi olumsuzsa olumsuzluğu azaltmak, olumluysa sürdürmek anlamına geliyor. İşlerin kötü gideceği belliyken beklentileri algı yönetimiyle değiştirmeye kalkmak doğru bir yaklaşım değil. Yoksa, “cari açık finanse edildiği sürece sorun değildir” diyen ekonomi bakanının, “paramız var ki ithal ediyoruz” diyen tarım bakanının durumuna düşmek işten değildir. 

Beklenti yönetiminden söz ederken nedense çok eleştirilen “nas ekonomisi” ifadesi geldi aklıma. Nas ekonomisi deyince de cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi. 

Hazır söz etmişken sorayım. Türkiye cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine 2018 yılında değil de 2005 yılında geçmiş olsaydı, sistem bugün eleştirildiği gibi eleştirilir miydi? 

Tabii ki hayır. 

O dönemde yapılan değişiklik kuşkusuz ekonominin yüksek büyüme performansı ile ilişkilendirilecek ve alkışlanacaktı (Ardışıklık yanılgısı nedeniyle). Hatta belki de işte beklediğimiz yapısal reform denilecekti. Ancak, 2018 yılında, ekonominin zayıflamaya başladığı bir dönemde başkanlık sistemine geçildiği için kıyasıya eleştiriliyor. 

Olgu merkezli bakmadığımız ve olgular üzerinde sınırlı etkimiz olduğunu unuttuğumuz için bu tür yanlışlara sıkça düşüyoruz. 

Bu konuyu ekonomi üzerinden önümüzdeki yazılarda biraz açmak istiyorum. Fakat önce “nas ekonomisi”ne değineceğim. Çünkü bu konu da olgu merkezli bakışla ilgili ve hak ettiği biçimde ele alınmıyor. 

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —