Yankının içinde düşünmek, organik içeriği kaçırmak

Bilgiye hızla ulaşıyoruz. Ama bu hız, düşünceyi derinleştirmiyor; yüzeyselleştiriyor.

Daha da ötesi, bir bilgiyi doğru ya da anlamlı yapan artık kalitesi değil, kimin söylediği oluyor. Bu eğilimi, daha önce “epistemolojik sadakat” (yani düşüncenin içeriğine değil, kaynağına duyulan inanç) olarak tanımlamıştım. Bu hafta, bu sadakatin sosyal medya aracılığıyla nasıl görünmez duvarlar ördüğünü ve halihazırda teşne olduğumuz kamplaşma sürecini nasıl daha derin ve içinden çıkılmaz bir kuyuya çevirdiğini tartışmak istiyorum.

Geçtiğimiz haftaki yazımda anlattığım, trafik karşılaşması ve sonrasında maruz kaldığım,— “Siz motorcular hep böylesiniz! Çok hızlı geliyorsunuz, olmadık yerden çıkıyorsunuz!” suçlamasını hatırlayalım isterim. Bu suçlamayı seslendiren hanımefendi, ses tonu, cümle yapısıyla, … bir insani tepki ortaya koymuyor, adeta bir sosyal medya videosunun yeniden sahneliyordu. Gerçeği değil, bir içeriği yaşıyordu. Beni tanımıyordu; tanımlamıştı. Algısı, sosyal medyada tekrar tekrar izlediği video kesitleriyle örülmüştü. Gerçekliği artık tecrübe etmiyor; içerik üzerinden kurguluyordu.

Sosyal medya, yalnızca ilgimizi çeken şeyleri sunmuyor; bizi ilgiye indirgenmiş insanlar hâline getiriyor.

Bu durumu açıklamak için geliştirilen kavramlardan biri “yankı odası”. Harvard hukuk profesörü Cass R. Sunstein, 2001’de yayımlanan Republic.com adlı kitabında bu kavramı ilk kez sistematik olarak kullanır. Sunstein’a göre dijital medya, kişisel tercihlere göre filtrelenmiş içeriklerle bizi sürekli aynı fikirle karşı karşıya bırakır. Bu da bireyin yalnızca kendi sesiyle, kendi görüşüyle temas kurmasına neden olur. Farklı düşüncelere karşı hoşgörü azalır; fikirler radikalleşir.

Tüm ormanı geziyormuşuz gibi hissederiz, ama aslında sadece kendi ayak sesimizi izliyoruzdur.

Yeni algoritmalar geçmişte izlediğimiz içeriklere, ilgilendiğimiz kişilere, tıkladığımız başlıklara bakarak bizi bir dijital kampa yerleştiriyor. Sosyal medya platformları, yalnızca hoşumuza gidenleri değil, çevremizde değer verdiğimiz kişilerin tükettiklerini de seçip önümüze getiriyor. Bizi bizden fazla biz yapmaya çalışıyor. Farklı bir düşünceye maruz kalmamız neredeyse imkânsızlaşıyor. Kütüphanelerde farklı kitaplar yan yana durur; dijital raflarda ise yalnızca bizimle aynı dili konuşanlar var. Algoritmaların sürekli ördüğü yankı duvarlarının içinde öğrenme, araştırma sürecinden kopuyor, sorgulamanın alanına girmeden bir tıklamaya indirgeniyor.

Bu içe kapanma sadece düşünceyi değil, duyguyu da tekleştiriyor. Sosyal psikolojide buna “tekrar etkisi” deniyor: Aynı bilgiye sıkça maruz kalmak, bilginin kalitesinden bağımsız olarak, doğru olduğuna inanmamıza neden oluyor. Bu içerikler arkadaşlarımızca paylaşıldığında daha da ikna edici hâle geliyor. Oysa çoğu zaman düşündüğümüz şey, sadece duyduğumuz şeyin yansıması oluyor. Yankı odasının otomatikleşmiş üretimleriyle benzer içeriklerle karşılaşıp, sürekli onanarak, sorgulama yeteneğimizi yitiriyoruz.

Yankı odası kavramına yönelik önemli bir katkı da evrimsel psikolog David Barash’tan gelir. Barash’a göre insanlar, hayatta kalma güdüsüyle kendine benzeyene yakın durur. Dijital ortam, bu doğayı istismar eder, insanlara bir gruba ait hazır içerikleri tüketme fırsatı vererek, onları bilişsel tembelliğe düşürür. Aidiyet, düşünmenin yerine geçtiğinde ise, düşünce refleksi zayıflar. Eski dünyada, bir gruba ait olmak için çaba harcamak, dergilerine abone olmak, toplantılarına katılmak, tartışmalarda yer alıp, insanlarla etkileşime girmek gerekirdi; şimdi ise birkaç içerik tüketmek yeterli. 

Sosyal medya, sadece ekranlarımızı değil, zihinlerimizi de şekillendiriyor. Bizi düşünmeye değil, tepki vermeye yönlendiriyor. Koskoca protestolar, ya da toplumsal tepkiler Instagram hikayelerinin yeniden paylaşımına indirgeniyor. Gerçeklik, giderek “beğeniye uygunluk”la ölçülür hale geliyor. Başkaları da böyle düşünüyor, demek ki haklıyım düşüncesi ile vicdanımız rahatlıyor.

Bir ekran, aynı fikirleri yansıtan aynaya dönüştüğünde, kendimizi değil, yankımızı izlemeye başlarız.

Gelinen noktada, yalnızca belirli bakış açılarına maruz kalan bireyler hâline geliyoruz.  Fikirlerimiz değil, öfkemiz ortaklaşıyor. Bu da düşünsel çeşitliliği değil, dijital kabileciliği büyütüyor. Üstelik artan kişiselleştirmeyle, gruba ait olan içeriklerin içine, kendi fotoğrafımızı koymamızı, yeniden paylaşarak, o sahte kabile üyeliğimizi ilan etmemizi olanaklı kılarak, saydığım tüm etkileri yeniden pekiştiriyor. 

Günün sonunda ise sorgulamayan, iletişim kurulamayan ama kendini tartışmanın içinde hisseden bireylere dönüşüyoruz. Yankı odaları aynı muhabbet kuşlarının tutulduğu kafeslere benziyor. Bizi, tıpkı kafesin içine asılan aynada gördüğü aksi, gerçek bir kuş sanıp, saatlerce onunla kavga eden muhabbet kuşları gibi, kendi aksimiz ile tartışan robotlara dönüştürüyor

Haftaya bu yankı odalarının nasıl kırılabileceğini, algoritmaların dışında düşünebilmenin yollarını, yani sahici ve özgür düşüncenin imkânlarını, gerçek, organik içeriklere ulaşmanın yollarını ve hepsinden önemlisi bu içeriklerin üreticisi organik entelektüelleri tartışacağız.


Mehmet Demiray

22.05.2025 09:32:00


Başiskele Belediyesi 5. Yaz Spor Okulları başlıyor

Özel Halk Otobüslerinin kontak kapatmasının ardından duraklarda oluşan yoğunluk havadan görüntülendi

Malatya’da yetiştiriciler yayla yoluna çıktı

Geri dönüşüm tesisinde çıkan yangın 8’inci saatin sonunda kontrol altına alındı

Cenazeye yolunda kaza: 1 yaralı

Motosikletin çarptığı şahıs hayatını kaybettti

U19 Elit A Ligi

Van Gölü havzasında kuş popülasyonu canlandı

Malazgirt’te geleneksel at yarışması

Migros’ta kurbanlık satışı başladı

Minik eller Hereke halısı dokudu

Mersin’de vektörle mücadele dijital takibe alınacak

Mersin Orman Bölge Müdürü Ataş: "Etkin ve hızlı müdahale hayati önem taşıyor"

Denizli Büyükşehir Belediyesi valiliğin kararını uygulamıyor

Park halindeki Range Rover yandı

Kaya düşmesi sonucu 4 öğretmenin öldüğü bölgeye tünel yapılıyor

Villanın odalarını uyuşturucu tarlasına dönüştürmüş