Sen Cumhurbaşkanlığı Filarmoni konserini izledin mi?

Sene 1963, aylardan temmuz. Ortaokulu bitirmiş bir öğrenciyim.

Önümde iki yol var. Doğduğum ve büyüdüğüm kasabada lise bulunmuyor. Ya eğitimimi burada noktalayacağım ve babamla ticaret yapacağım ya da o zamanlar lisesi olan Samsun, Amasya, Çorum illerindeki okullara gideceğim. Sevgili annem büyük şehirlerdeki okullardan birinde okumamı istedi. Onun tercihi Ankara idi. İstanbul çok uzak ve karmaşık bir şehir dedi. Orası seni hem yorar hem de kaybolursun. Ankara daha derli toplu ve eğitilmiş insanların yaşadığı bir yer. Bize en yakın büyük şehir dedi. Ben de tercihimi o yönde kullandım. 

Ağustos ayı sonunda tahta bir bavula konan giysilerimle yaşadığım kasabadan Ankara’ya kamyondan bozma bir otobüsle, asfaltı bulunmayan şose bir yoldan 8 saatte ulaştım. İndiğimde şose yolun tozu üstüme ve saçlarıma dolmuştu.

Ankara Üniversitesi’nde öğrenim gören hemşerilerimin tavsiyesi ile Ankara Dikimevi’nde bulunan Samsun Öğrenci Yurdu’na ulaştı. 

Samsun Öğrenci Yurdu yönetimi üniversite öğrencisi olmadığım için beni yurda kabul etmek istemedi sonra sokakta kalma riskimi dikkate alarak, üniversite kasım ayında öğretime başladığı için benim kasım sonuna kadar kalmama müsaade ettiler.

45 lira yurt parası yatırarak, Samsun Öğrenci Yurdu’nun 4. Katındaki odada bir yerim oldu. 4 kişinin kalacağı, iki ranzalı, Cebeci caddesine bakan bir konumdaydı. 

Oda sakinleri önce tereddütlü sonra içten bir şekilde yaşımı ve hedefimi dinledikten sonra bana detaylı şekilde yol gösterdiler. Bunlardan birisi Sıhhiye’de bulunan Atatürk Lisesi’ni tercih etmemi, ikincisi ise yemeklerimi Ankara Hukuk Fakültesi’nin kantininde yemem en doğru tavsiyeleri idi.

Ertesi sabah Atatürk Lisesi’ne kayıt olmak için yürüyerek Sıhhiye’de bulunan ve 1886 Osmanlı döneminde eğitime başlamış ve Cumhuriyet döneminde Atatürk Lisesi adını alan 30 dönümlük alan üzerine kurulu Lise, 20 dönümü bahçe, 10 dönümünde de 3 bloktan oluşan muhteşem bir tarihi bina idi.

Öğrenci işleri ile ilgili müdür muavininin odasına gittim ve derdimi anlattım. Muavin bey çok gergin ve asabi bir tonda git kendine önce bir veli bul ve öyle gel dedi. Ayrıca bu bölgede durduğuma dair muhtar ilmühaberi istedi. Okul bahçesinde bulunan duvar taşlara oturdum ve bu imkansızı nasıl başaracağım diye düşünürken, okulun yan yolunun üzerindeki 4 katlı apartmanın giriş katındaki yaşlı bir hanımefendi balkona çamaşır asıyordu. Kendime oğlum Sedat bir cesaret düşündüklerini uygula dedim ve kapıyı çaldım.

Kapıyı, sıcaktan gömleğini çıkarmış ve üzerine atlet bulunan bir yaşlı adam açtı. Onun bana bir şey sormasına fırsat vermeden “Okula kayıt olmak için velim olur musunuz?” sözlerimi mırıldandım. 

Kendisi sen ne diyorsun oğlum diye kükredi. O sırada eşi hanımefendi geldi ve konuyu sordu. Kendisine konuyu anlattım. O da bu sorun kapıda çözülmez içeri gel dedi. Bana bir çay ikram etti ve eşine de üstünü giy, mahalle muhtarına gidin ve çocuğun konusunu halledin dedi.

Birlikte muhtara gittik, gerekli belgeleri aldık ve okula gelerek işte belgelerim ve velim diyerek Mustafa amcayı ve Perihan ablamı ikinci bir aile olarak kabul ettim. Bu iki müstesna insanı her hafta, onların hayata veda edişlerine kadar büyük bir minnettarlıkla ziyaret ettim.

Artık liseye kayıt olmuş ve okullar açılıncaya kadar yürüyerek Ankara’yı tanımaya çalıştım.

Okullar açıldı, dersler başladı, 42 kişilik sınıfımız Ankara’nın bürokrat ileri gelen ailelerin erkek çocuklarının devam ettiği bir okuldu. Öğretmenler o dönemin isim yapmış ve özel seçilmiş öğretim üyelerinden oluşuyordu. Ben kasabadan başkente gelmiş sosyalleşme sorunu yaşayan bir öğrenci olmam nedeniyle arka sıralarda oturuyordum.

Müzik dersimize Şaban Şaşak isimli bir öğretmenimiz geldi. Kendini ve okulda bulunan 3 adet müzik atölyesi hakkında bilgi verdikten sonra sıra ile öğrencilere hangi müzik aletini çaldığını sordu. Öğrenciler, gitar, piyano, mandolin, keman gibi enstrümanları icra ettiklerini söylediler. Sıra bana gelince ben hiçbir müzik aletini çalmayı bilmiyorum hocam dedim. Ben hoca değilim, öğretmenim dedi ve hayat hikayemi sordu. Ardından kaval da mı çalamıyorsun dedi. Sizin oralarda kaval çalma yaygındır diye sözlerini tamamladı ve okul bitiminde müzik atölyesine beklediğini söyledi.

Okul ders saatlerinin bitiminden sonra öğretmenim Şaban Şaşak’ın müzik atölyesine gittim. Beni bekliyordu. Birkaç öğrenci de nota yazma tekniği öğreniyordu. Şaban öğretmenim “Sen hiç Flarmoni konserine gittin mi” dedi. Söylediğiniz ismi ilk kez duyuyorum dedim. Peki, öyleyse cumartesi günü saat 15’te Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Konser Salonuna gideceksin ve konseri izleyeceksin ve pazartesi günü okulda bana anlatacaksın dedi. Çekmecesinden mühürlü bir kart çıkardı ve bu kartla konser salonuna ücretsiz giriş yapabilirsin, salonun baştan üçüncü sırasındaki koltukta konseri izleyebilirsin dedi.

Koyu renk elbise giymemi, kravat takmamı, ayakkabılarımın boyalı ve cilalı olmasını da ısrarla söyledi.

Gençlik Parkı’nın güneyinde Talatpaşa Bulvarı üzerinde bulunan konser salonunu buldum. Bu salon 1962 yılında açılmış, daha önce 1924 ila 1962 yılına kadar konserlerini Türk Ocağı salonlarında gerçekleştirmiş bir maziye sahipmiş.

Görevini yapmış bir insan olarak yurda döndüm. Oda arkadaşlarım olan büyükler beni ilgiyle dinlediler. Çok şık kıyafetleri olan, zevkli giyinen oda arkadaşım Rıdvan Tandoğan sana bir ceket, bir gömlek, bir kravat ve mendil vereceğim. Konsere onunla gidersin dedi. Ve öyle de oldu. Kıyafetler bana çok yakıştı. Ayakkabılarımı da Cebeci lostra salonundan boyattım.

Cumartesi günü, konser salonunun yakınından geçen bir troleybüsle hedefime vardım. Biraz erken gitmişim. Gelenler çok azdı. Kapıdan kartım sayesinde sorunsuz geçtim. Salonu ve gelenleri inceledim. Cumartesi konserlerinin adı üniversite konserleri olmasına rağmen her kesimden çok şık ve kültürlü insanlardan oluşan bir dinleyici grubu vardı.

Aynı konser programı cum akşamı 20:30’larda icra ediliyordu ve burada katılanların büyük bir bölümü smokinli veya siyah elbiseli, hanımlar ise tuvaletli geliyordu.

Salon kısa zamanda doldu. Ben de yerime geçtim. Orkestra yerini aldı. Alkışlar arasında orkestrayı yönetecek olan, sonradan ismini hafızama yerleştirdiğim Gottholo E. Lessing yönetim kürsüsüne çıkarak dinleyicileri selamladı ve müthiş bir alkış aldı. 

Konser başladı ancak ben hiçbir şey anlamadım. Hatta 1.5 saatlik sürenin bitmesini sabırsızlıkla bekledim. Konserin program içeriğinden çok salon, seyirciler, orkestra şefi ve elemanları ilgimi çekti.

Pazartesi günü, izlenimlerimi aktarmak için Şaban öğretmenin yanına gittim beni sabırla dinledi. Salonu, orkestrayı, şefi, seyircileri anlatmamı ilginç buldu. Ancak konser hakkında hiçbir şey bilmememi ve bende iz bırakmamasını, çalınan eserlerden hiçbir şey anlamamam karşısında “O da olacak” zamana ihtiyacın var dedi.

Bana gelecek haftanın programını aldın mı dedi. Görevlilerin orada isteyenlere programı verdiklerini söyledi. 

Program bu, eserlerin hikayesi de burada yazıyor. Otur çalış dedi.

Gelecek haftanın programında Felix Mandelsson, İskoç Senfonisi, Antonio Vivaldi’nin Dört Mevsim Keman Konçertosu ve Ludwig Van Beethoven’ın 9. Senfonisi vardı. 9. Senfoniye büyük bir koro orkestraya eşlik edeceği belirtiliyordu. Bu çok ilgimi çeken konunun müziğiydi.

Ludwig Van Beethoven artık çok yaşlanmış kulakları çok az duyuyor ve bakıma ihtiyaç olduğu sırada soylu ailelerden birisi kendisini himayesine almak istiyor. Beethoven yağmurlu, çakan şimşeklerle dolu bir gecede atlı faytonla soylu ailenin şatosuna doğru ilerliyor. Yağmuru, şimşeği, gök gürültüsünü, atların ayak seslerini, kırbaç seslerini bu eserinde hissedersiniz. 

Şatoya geldiklerinde kapılar açılınca sıcak ve sevecen bir ortamla karşılaşır Beethoven. Bu son kısımda büyük kora devreye girer ve sonraki yıllarda Avrupa Birliği’nin marşı olarak kabul edilen “Finale” ile eser sona erer. 

İste ben bir kasaba çocuğu olarak senfoni ve filarmoni kelimelerini dahi doğru dürüst telaffuz edemezken ve öğretmenimin dediği gibi bir kaval daha çalamazken iyi bir konser dinleyicisi oldum. Bu alışkanlığım 1974 yılına kadar Ankara’da daha sonra da İstanbul’da devam ettirdim.

Rahmetle andığım çok değerli müzik öğretmenim Şaban Şaşak’a yüce Tanrımın yanında huzur içinde uyumasını diliyorum. Unutulmaz bir öğretim üyesiydi.


Sedat Altunay

30.07.2025 20:26:00


Kahramanmaraş’ta apartman yangını

Bingöl’de uyuşturucu operasyonu: 2 bin 365 kök kenevir ele geçirildi

El frenini çekmeyi unutunca Pembe Kayalar’dan uçtular

Büyükçekmece Gölü’nde kaybolan Okan Kurnaz’ı arama çalışmaları 21 saattir devam ediyor

Adana’da orman yangınına sebep olan 3 kişi İHA sayesinde yakalandı

Yüksekten düşen kişi ağır yaralandı

İş makinesi su borusunu patlattı: İstinat duvarı yıkıldı

Siirt’te elektrik trafosunda yangın

Kırmızı ışıkta sürücülere korku salan şüpheliler yakalandı

Alanya’da Rus turistlerin yumruklu kavgası kamerada

Çocukların denizdeki eğlencesi felakete dönüştü: 1’inin cansız bedeni bulundu, diğeri hastanede

Aydın’da 25 litre sahte içki ele geçirildi

Doğuştan mimiklerini kullanamıyordu, 23 yıl sonra ilk kez gülümsedi: "Ülkemizde bir ilk olma özelliği taşıyor"

Sakarya’daki o konak 103 yıllık tarihi dokusuyla yeniden yükseldi

Osmanlı halk giysileri Çeşme Kalesi’nde sergilenecek

Malatya’da 89 yaşındaki adam evinde ölü bulundu

Erzurum-Artvin karayolunda iki araç kafa kafaya çarpıştı: 3 yaralı