Söz gelimi çeşitli dönemlerde uygulanan ekonomi politikalarını nasıl değerlendirmeliyiz? Mesela “ekonomi niye böyle” diye yazan üstadımızın yaptığı gibi üç ayrı dönemde uygulanan ekonomi politikalarını nasıl mukayese etmeliyiz? Politikaların içeriği mukayese için yeterli mi? Yoksa başka şeyleri de dikkate alarak mı değerlendirme yapmalıyız?
Aslında uygulanan ekonomi politikalarını mukayese ediyorsak, yani zemin ve zamandan bağımsız olarak sadece kâğıt üzerindeki plan ve programları ele alıyorsak üç ayrı dönemde uygulanan politikaları birbiriyle mukayese etmek tabii ki mümkün. Ama bunların uygulama amaçları ve etkilerini de söz konusu ediyorsak bu mukayeseyi veya değerlendirmeyi uygulama dönemindeki sosyolojik ve tarihi koşulları (ülke içi ve dışını) da dahil ederek yapmak zorunluluğu vardır.
Böyle bir yaklaşım, tarihi-sosyolojik yaklaşım, dünyayı algılamada en temel şemanın değişmesi anlamına gelmektedir. Bu şemada merkezde olgunun kendisi vardır. Şema olgunun içinde bulunduğu tarihi ve sosyolojik şartları, olgunun içinde yer aldığı bütün çevreleri analize dahil etmeyi gerektirir. Oysa mevcut şemamız olgunun şartlarını ön plana almaz. Hatta olguyu neredeyse dikkate bile almaz. Ekonomik sorun çıkmıştır. Elimizde tarih ve sosyoloji üstü bir mekanizma vardır ve onu uygulamak yeterlidir şeklinde bakar soruna. Bu bakış, olgu merkezli değil ben merkezli bir yaklaşımdır.
Bu iki bakış açısını veya şemayı tartışmak niyetinde değilim ancak bu şema farklılığının sorunları anlama, tanı koyma ve sorun çözme biçimimizi radikal biçimde etkilediğini söylemem gerekir. Nitekim yazarımızın yaklaşımından da bu açıkça görülüyor.
Öncelikle ekonomi olgusunu ele alalım. Ekonomik olaylar aslında kendi başına, müstakil olarak gerçekleşen olaylar dizisi değildir. Toplumun bütün diğer yönleriyle de ilgilidir. Hukuk, adalet, siyasi yapı, sosyal yapı, ahlak düzeni, inançlar ekonomik işleyişin ayrılmaz cüzleridir. Ayrıca, ülke ekonomisi söz konusu olduğunda iç siyasi ve ekonomik gelişmeler kadar bölge ve küresel ölçekteki gelişmeler de hesaba katılmalıdır. Türkiye, dünyada tek başına değildir. Diğer ülkelerle ilişkilerinin etkisi altındadır. Olgu merkezcilik çok boyutlu bir bakışı gerektirir.
Bu çerçevede, bugünkü ekonomik konjonktürü değerlendiriyor ve ekonomi neden böyle diye soruyorsak, kaçınılmaz olarak siyasi durum neden böyle, toplumsal durum neden böyle, hukuk ve adalet durumumuz neden böyle diye sorulması gerekir. Ancak analiz için bu yetmez, bölgenin ve küresel ekonomik konjonktürün ve siyasi koşulların da analize dahil edilmesi gerekir. Atılacak adımlarla oluşturulacak ekonomik programın bu çok boyutluluğu içermesi olgu merkezli bakış açısından zaruridir.
Konuyu somutlaştıralım isterseniz.
Türkiye’nin 1980’de ve 2001’de ekonomik reform programlarını uygularken dış ve iç koşullar nasıldı? Başlıklar halinde hatırlayalım. Bu koşulların atılan adımları şekillendirdiğini iddia etmiyorum ama bunlar olmamış gibi analiz yapılmasını da eksik bulduğumu ifade etmeliyim.
1980 yılında Demirel’in Başbakanlık Müsteşarı ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşar Vekili olarak görev yaparken Turgut Özal 24 Ocak kararlarıyla Türkiye ekonomisini yeniden yapılandıran önemli bir program uygulamaya başladı. 12 Eylül’de de bir askeri darbe gerçekleşti. (Cümleye “Bu kararlardan yaklaşık 8 ay sonra” diye başlasam, ardışıklık yanılgısına yol açabilirdim. Onu yapmıyorum.)
1980 yılında Türkiye’de önemli ekonomik ve siyasi gelişmeler olurken dünyada da önemli gelişmeler yaşanmaktaydı. 1979 yılında ABD Merkez Bankası faizlerin piyasalarda belirleneceğini ilan etmiş ve dünya, piyasaların serbestleştirilmesi dönemine adım atmıştı. Kamunun ekonomideki rolünün küçültülmesi, piyasaların ekonomik karar mekanizmasında etkinliğinin artırılması ilkeleri çerçevesinde şekillenen bu politikalar, önce Reganomics olarak tanımlanmış daha sonra da neoliberalizimin ilk adımları olarak nitelendirmiştir. Türkiye, o dönemde bu politikaları yürürlüğe koyan ilk ülkelerden biri olmuştur. Uyguladığı ekonomik program da Dünya Bankası ve IMF ortaklaşa finanse edilmiştir.
Aynı dönemde bölge ve dünya da önemli siyasi gelişmelere sahne olmaktaydı. 1977 yılında Pakistan’da Ziya-ül Hak darbeyle iş başına gelmiş (ülkenin ikinci askeri darbesi), 1978’de İran’da yönetim aleyhine başlayan olaylar 1979 yılının Şubat ayında Humeyni’nin İran’a dönmesiyle rejim değişikliğiyle sonuçlanmış, 1979 Aralık ayında da Sovyetler Birliği Afganistan’a girmişti. 1980 yılının 22 Eylül’ünde Irak’ İran’a saldırmış ve 10 yıl sürecek İran-Irak savaşını başlatmıştı.
1999 yılında yine Pakistan karışmıştı. Perwiz Müşerref bir darbeyle yönetime el koymuştu. 1999 yılı Condoleezza Rice’ın Büyük Ortadoğu Makalesini yayınladığı yıldı. Aynı yıl, terörist başının 16 Şubat 1999’da Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirildiği yıl olmuştu.
2000 Şubat’ı ise Türkiye-Yunanistan gerginliğinin yumuşamasına sahne oluyordu. İsmail Cem 40 yıl aradan sonra Atina’ya giden ilk Dışişleri Bakanıydı. 2000 yılı Kasım’ında ABD’de 8 yıllık aradan sonra Cumhuriyetçiler işbaşına geldi. Türkiye’de Demirel’in Cumhurbaşkanlığı süresi sona erdi. Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanı oldu. Putin, Rusya’da Cumhurbaşkanı seçildi. Suriye’de Hafız Esad öldü yerine oğlu Başar Esad geçti. 2000 yılı adeta yeni liderler dönemiydi. 2001 yılının 11 Eylül’ünde ABD’de İkiz Kulelere terör saldırısı yapıldı. ABD Afganistan’ı işgale başladı.
19 Şubat 2001’de Başbakan Bülent Ecevit ile Cumhurbaşkanı Necdet Sezer arasında çıkan tartışma bir finansal krizi tetikledi. 27 Şubat’ta Ecevit Dünya Bankası yöneticilerinden Kemal Derviş’i Türkiye’ye çağırdı. Derviş’in (Yazarımızın da değindiği) Güçlü Ekonomiye Geçip Programı 14 Nisan 2001’de açıklandı. Program IMF’nin desteğini de arkasına almıştı.
1999 yılında dünyanın en büyük ekonomik entegrasyonu olan Avrupa Toplulğu’nda bir para devrimi gerçekleşti ve Euro hesap birimi olarak kabul edildi. 2000 yılında dünya ekonomisinde de yeni bir aşamaya geçildi. Neoliberal politikaların uygulanmasının üzerinden 10 yıl geçtikten sonra 2000 yılında Çin Dünya Ticaret Örgütü’ne üye oldu ve dünya ekonomisiyle entegrasyon sürecini başlattı. 2002 yılında yeni para birimi Euro fiziki olarak Avrupa’da dolaşıma girdi.
Aynı yıl 2002 NATO Rusya’yı sınırlı ortak ilan etmişti. Söz konusu yıl İsrail’in de Filistin’de Filistin Kurtuluş Örgütü Lideri Yaser Arafat’ın karargahına girdiği yıl olmuştu.
1980 ve 2000’le başlayan iki dönemde olup bitenleri hatırlamak için bu olaylar yeter sanıyorum.
Kısaca özetlemek gerekirse: olgu merkezli bakışta olgu, hem yatay hem de dikey düzlemde ele alınmakta, olguya, belirli bir yaşam döngüsüne sahip olduğu akılda tutularak tarihi ve sosyolojik açıdan yaklaşılmaktadır. Bu yaklaşımda olgu her canlı organizma gibi bir yaşam döngüsüne sahiptir; doğar, büyür, gelişir, en olgun halini alır, gerilemeye başlar, zayıflar ve ortadan kaybolur. Yaşam döngüsü içinde her zaman bütün çevresiyle ilişki içindedir. Bu nedenle olguyu analiz, mümkün olan en geniş veri setiyle yapılmalıdır ve bu yapılırken nicel verilerin yanı sıra niteliksel veriler de analize dahil edilmelidir.
Yazarımızın, Ekonomi Niye Böyle diye sorarken, olaylara takvim zamanı içinden bakması yeterli değil demek istiyorum yani.