Halk egemenliğine dayanan, meşruiyetini halktan alan rejimler; kralların, sultanların, padişahların ya da ruhbanların inisiyatifleriyle değil tüm yetkiyi ellerinde bulunduran yönetime karşı söz sahibi olmak isteyen halkın direnmesi, mücadele etmesi hatta yer yer çatışmalarda kan dökülerek alınan bir hak olduğu için bedeli ağır olmuştur. Ancak bu ağır bedel ile insanlığın bulmuş olduğu en iyi yönetim modeli olan demokrasi ile tek tek her insanın eşit haklara sahip bireyler olası, evrensel hukuk normlarının insan-insan, insan-devlet ilişkilerinde en belirleyici kıstas olması ile mümkün olmuştur. Bedeli ödenmemiş hiçbir değer hak edilmiş sayılmaz. Onun için her değerin bir bedeli vardır.
Bedel ödemeden denenmiş, tecrübe edilmiş bir yönetim modelini alıp, uyarlayıp, uygulamak elbette çok akıllıcadır ancak bedeli ödenmiş kadar kalıcı olamaz. Bunu bizim cumhuriyet tarihimizde çok bariz bir şekilde nasıl temayüz ettiğini görürüz.
Yeni kurulmuş bir cumhuriyettin hemen demokrasiye geçmesi ve bunun için lazım gelen çok partili hayata geçiş sancılı olmuştur çünkü tüm toplum katmanları henüz zihnen demokrasiye hazır değildi. Eski yönetim alışkanlıklarını sürdürenler çoktu, ebetteki demokrasi için lazım eğitim yok denecek kadar azdı. Eğitim düzeyi düşük olan bir toplumda istismara açık alanlar vardı. Her çok partili hayata geçiş denemelerinin neticesinde devletin ve milletin parçalanmasına, zarar görmesine vesile bir sorun çıkmış oldu.
Mutlakıyetten demokrasiye geçiş öyle kolay olmayacaktı elbet.
Nihayetinde değişen dünya konjonktürünün etkisi ile ve de hızlıca eğitim düzeyi yükselen, demokratik olgunlaşmaya yüz tutmuş halkımız kendi iç dinamiğinin de etkisiyle artık seçim yapma yetkinliğine sahip olunduğuna inanıldığı bir zamanda kurucu kadrolar tarafından çok partili seçim yapmanın önü açılmış, o günün tek parti rejimi temsil eden siyasi parti seçimi kaybetmesine rağmen “biz seçimi kaybettik ancak demokrasimiz kazandı” diyebilecek olgunluk gösterilmiş oldu.
Ancak bu demokrasi geleneği böyle devim etmedi ta ki 15 Temmuz’a kadar. Her on sene de bir darbelerle sivil, demokratik yönetim modeli darbeci askerler tarafından inkıtaa uğratıldı. Ancak 15 temmuzda bambaşka bir durum ortaya çıktı. Demokrasiyi sekteye uğratmaya çalışan askere karşı halk sihirli bir el dokunmuşçasına dur demeyi bildi. Hem de canı pahasına. İşte bu Türk milletinin demokrasiyi özümsediğini, tam manasıyla demokratik olgunluğa ulaştığının en bariz göstergesiydi.
Yine de demokrasi adına bir eksiğimiz var. Ya da 15 temmuzu anlayıp, anlamlandırmamızda eksiğimiz çok net. Çünkü 15 Temmuz bu haliyle demokratik bir dönüm noktasıdır. Tarihsel olarak keskin bir virajın devrilmeden alınması demektir. Bu tarihi olayı, bir dönemin kapanıp yeni bir dönemin, yeni bir sayfanın açıldığı bu anlayışın gelecek nesillere aktarılması ve dünya tarihinde iz bırakabilmesi için bir manifestoya ihtiyacımız var. İşte bu eksiği giderme adına bir manifesto denememi halkımızın ve tarihin nazarına sunuyorum:
Bir 15 Temmuz Gazisinin Gözünden, Kaleminden;
15 TEMMUZ MANİFESTOSU
15 Temmuz’da gerçekleştirilmek istenen oligarşik darbe girişiminin planlayıcıları, her ihtimali tüm ayrıntılarına değin hesaplamış olsalar dahi, büyük bir yanılgıyla hesap dışı bıraktıkları bir gerçekliktir “Anadolu Ruhu”. Bu öyle bir ruhtu ki tanka, tüfeğe, bombaya, göğsünü siper eden, savaş uçaklarına kendi tarlalarını kendi elleriyle ateşe vererek uçmalarını engellemeye çalışan DİRENCİN RUHU. Anadolu öyle bir yerdir ki nice medeniyetlerin beşiği olduğu gibi hesapsız, kitapsızların tarihi mezarlığı olmuş nicelerinin unutulduğu yerdir. İşte hesaplayamadıkları o ruha çarpıldılar.
15 Temmuz 2016, Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihinde geri dönüşü olmayan bir dönüm noktası olarak yerini almıştır. Bu tarih, halkın özgür iradesi ve demokratik olgunluğunun en güçlü ifadesi olarak, cumhuriyetimizin faziletlerini ve katılımcı demokrasinin önemini bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Cumhuriyet, eşit bireylerin özgür iradeleriyle oluşturduğu, kent kültürlü bir toplumun temel taşıdır. Anadolu Türk'ünün ve Türkiye ruhunun en derinlerinde yatan bu değerler, demokratik yönetim biçimimizin vazgeçilmez unsurlarıdır. 15 Temmuz'da halkımız, tüm kültürel farklılıklarına rağmen, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi özümsenmiş ortak değerler etrafında birleşmiştir.
Bu direniş, evrensel hukuk normlarına olan bağlılığımızı ve gönül coğrafyamıza olan demokratik etkimizi bir kez daha pekiştirmiştir. Aydınlanma kavramları, bu süreçte halkımızın bilincinde yeniden canlanmış ve demokrasinin ne denli kıymetli olduğunu bir kez daha hatırlatmıştır.
15 Temmuz, sadece bir direniş değil, aynı zamanda cumhuriyetimizin faziletlerinin, katılımcı demokrasinin, özgür iradenin ve eşit bireylerin zaferidir. Bu zafer, demokratik olgunluğumuzun ve Türkiye ruhunun en güçlü ifadesidir. Bu tarihi dönüm noktası, geleceğimize ışık tutan bir meşale olarak, bizlere her daim yol gösterecektir.
“Cumhuriyetimizin Kıvılcımı, Halkın İradesiyle Yeniden Harlandı.”
15 Temmuz 2016, Türk milletinin vicdanı ile tarih sahnesine yeniden çıktığı, geri dönüşü olmayan bir dönüm noktasıdır. O gece, darbe girişimiyle sarsılan ülkemizde halk, sokaklara inerek yalnızca demokrasiyi değil; aynı zamanda Anadolu ruhunun kadim mirasını, Cumhuriyet’in ortak değerlerini ve özgür iradesini savundu.
Cumhuriyet, eşit bireylerin söz sahibi olduğu bir halk yönetimidir. Her yurttaş, ortak geleceğin mimarıdır. 15 Temmuz gecesi Türk milleti, özgür iradesini çalmak isteyenlere karşı durarak “Cumhuriyet sadece bir yönetim biçimi değil; bir varoluş tercihidir” dedi. Bu tercih, tanklara karşı cesaretle durmayı gerektirdi, çünkü Cumhuriyet ancak halkla yaşar ve halkla güçlenir.
Katılımcı demokrasi, bir oy sandığından öte halkın sesinin her alanda duyulmasıdır. O gece kent meydanları, Anadolu’nun her köşesi; kadın, erkek, genç, yaşlı demeden bir dayanışma alanına dönüştü. Şehir kültürüyle beslenen bu birliktelik, bireyin yalnızca kendini değil; toplumun tamamını sorumlulukla sahiplenmesiydi.
Anadolu’nun ruhu; Malazgirt’te, Çanakkale’de, Sakarya’da yazılan destanların devamıdır. 15 Temmuz, bu ruhun modern çağda yeniden görünür olduğu gündür. Her birey, binlerce yıllık kültürün taşıyıcısı olarak yurdunu korumanın onurunu taşıdı. Bu, millet olmanın değil; bir vicdan coğrafyası oluşturmanın tezahürüydü.
Milletin zenginliği farklılıklardan değil; bu farklılıkların üzerinde uzlaşabilmesindedir. İnancı, etnik kökeni, yaşam tarzı farklı olsa da; o gece aynı değerler etrafında buluşan halk, ortak vicdani ve ahlaki ilkeleri tesis etti. Her bireyin eşit ve özgür olduğu bu birlik, halkın demokrasiye sahip çıkışının temelidir.
15 Temmuz, yalnızca Türkiye sınırları içinde değil; gönül coğrafyamızda da yankı buldu. Halkın bu kararlı direnişi, ezilen tüm milletlere umut oldu. Kültürel mirasımız, bu dayanışmayla yeniden ışık saçtı. Geri dönüşü olmayan bu tarihsel kırılma, geçmiş ile gelecek arasında bir köprü inşa etti.
Gazi Mustafa Seydioğlu
15.07.2025
Söğütözü – Ankara
TARİHE NOT DÜŞEN; MEKTUP
15 Temmuz gecesi sokağa nasıl çıktığımı, neler yaşadığımı ve neler hissettiğimi vurulup tedavi altına alındığım hastanede, hasta yatağından sayın Cumhurbaşkanımıza yazmış olduğum mektubu okuyucularımızla paylaşmak istiyorum;
Büyük Türk Milletinin Reis-i Cumhuru
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kahraman Başkomutanı
“Bir çağın vicdanı olmak isterdim. Bir çağın, daha doğrusu bir ülkenin, idrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek. Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim, Muhteşem bir maziyi daha muhteşem bir istikbale bağlayacak köprü olmak isterdim. Kelimelerden, sevgiden bir köprü…”
Cemil Meriç
Milletimizin milli iradesine kahpece el koymaya çalışan asker kıyafetli teröristlerin darbe girişimini haber alınca televizyonu açtım. Gelişen olayları izlerken bir müddet sonra sizin gönlümüze su serpen sözlerinizi ve sokağa davetinizi dinledikten hemen sonra hiç tereddüt etmeden hızlıca abdest alıp dışarı çıkmak için hazırlandım. (Ellerinizden hürmette öper üç kızımla karşılaşılmamaya azami dikkat ederek -çünkü beni engelleyebilirlerdi-, jet, helikopter ve bomba seslerinden çok korkmuşlardı.) Eşime Allahaısmarladık diyerek çıktım.
Kendimce simgesel ve manevi değeri bakımından devletin en üst kurumu olan Cumhurbaşkanlığı Külliyesi önünde bulunmam gerektiğini düşünerek hızlıca o yöne koşarak hareket ettim. Polis barikatını yararak Beştepe istikametine yöneldim. Dört adet Tankın Külliye kavşağında olduğunu gördüm Tankların önüne vatandaşlar ile birikmeye başlayınca ikinci sıradaki Tankın üzerindeki -o hengamede- rütbesini hatırlayamadığım asker uzun namlulu silahla üzerimize ateş etmeye başladı. Hemen o tarafa koşarak askeri sert bir biçimde ateşi kesmesi ve bölgeyi terk etmeleri için uyardım. O esnada arkamda bir grup insan birikmişti. Tank üzerinden ateşi durdurduk. O sırada bir helikopter üzerimize hedef göstererek ateş etmeye başladı. Mermiler bize isabet etti. Yanımdaki tanımadığım arkadaş (İnşallah cennette tanışırız) hemen oracıkta kafesi parçalanmak suretiyle şehit olduğuna şahit oldum. Ben ise kollarım, karnım, bacaklarım ve ayaklarımdan şarapnel parçalarıyla vurulmuştum.
Sayın Cumhurbaşkanım, bundan sonrası vatandaşların birbiriyle yardımlaşması suretiyle hastaneye intikali, ameliyat ve tedavi süreçleridir.
Bilmenizi isterim ki bu vatan için henüz hiçbir şey yapmış değilim. Ancak sizin liderliğinizde bu necip millet artık dünyada bir çağ kapayıp yeni bir çağ açmıştır. Bu haince darbe girişimindeki dirayetiniz ve milletimizin yanınızda sergilediği tutum bunun ispatıdır. Ben belki burada mektubun başındaki paragrafta bahsi geçen köprünün bir tuğlasıyım. Bu barış çağının mimarı sizin ulu önderliğinizdir. Kalbinizdeki iman sizi milletin ve ümmetin umudu yapmışken aslında fersah fersah yol alınmıştı bile…
Alim Yusuf el Kardavi’nin dediği gibi "müjdeler olsun sana ey Türk Milleti. Allah seni asla mahsun etmez. Çünkü sen güçsüzleri omuzlar, yoksula verir, misafiri ağırlar, haksızlığa uğrayana destek verir, hadsizlere haddini bildirirsin.
Sayın Cumhurbaşkanım, Allah ömrünüzü bu millete hizmet yolunda uzun ve bereketli etsin. Dua eder, dua beklerim.
18.07.2016 Pazartesi
Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Mustafa Seydioğlu